5 Ekim 2012 Cuma


KİTABIN ADI: Yer Altından Notlar
KİTABIN YAZARI: Dostoyevski
YAYINEVİ: Can Yayınları
YAYIN TARİHİ: -------
         Hayat 2+2=4 sonucuna giderken yaptığımız işlemlerde gizli. Bu işlemde kaç farklı yol izlenebilir? Her insan için özgür bir irade, başka bir çözüm yolu var mıdır acaba? İstediğimiz yollardan giderek sonuca ulaşabilir miyiz? Yoksa hayat matematik gibi bize önceden yolu göstermiş midir? Peki işlem sonucu başka bir şey olabilir mi? Bu da biraz hayal gücü sanırım. Sonucu 4 değil de 3'müş gibi düşünmeye.
         Acaba insan hiçbir şey yapmadan durabilir mi? Her gün yetecek yemek verilse, her ihtiyacı karşılansa hiçbir iş yapmadan günlerini geçirebilir mi? Sanırım insan çoğu zaman sadece ihtiyaçtan yapmaz işlerini. Belki de sadece vakit geçirmektir işlerimiz. Kendimizi oyalamaktır. İdealler dediğimiz şeyler ise belki de bizim uydurmamız. Bu can sıkıcı dünyaya katlanabilmek için beynimizin icat ettiği oyunlardır belki de Bunları yapmasak, işlerimiz, arkadaşlarımız olmasa delirir miydik acaba? Yoksa asıl delilik bu tür oyunları oynamak da o zaman mı  aklımız başımıza gelirdi? Kesin olan şu ki hayat 2+2=4 sonucuna doğru akıyor. Ve aradaki boşluğu doldurmak için oyalanmak için işlerimizi yapıyor; ideallerimizin peşinden koşuyoruz.
         Düşünebilen, bir şeyleri sorgulayarak etrafa bu gözle bakan insanlar uzlaşmaz oluyor. Eğer olan bitene üç maymunu oynayabilirsek mutlu mesut yaşayıp gidebiliyoruz. Düşünmeye başladığında insan etrafta olan biten ona acı vermeye başlıyor. Dünyadaki iki yüzlülüğü, yalanı, dolanı, sömürüyü, ezileni, acıları, vahşeti ve daha birçok şeyi görüp de mutlu olunabilir mi? İnsan tek başına mutlu olabilir mi? Yoksa mutlu olması için bütünüyle içinde yaşadığı toplum mu mutlu olmalıdır? 

28 Eylül 2012 Cuma

KİTABIN ADI: Veronika Ölmek İstiyor
KİTABIN YAZARI: Paulo Coelho
YAYINEVİ: Can Yayınları
YAYIN TARİHİ: -------



         Her günü tekdüzelikten çıkartan bir an var, hayatın içinde. Bir sihir gibi, bir mucize gibi. Yaşam o an insanı kendisine bağlayıveriyor. Yaşamak, her yeni gün vazgeçilmez... Bu mucizeleri göremediğimiz, belki de doğru tarafa bakmadığımız anlarımız, günlerimiz, yıllarımız... Ama yine de "işte bu!" dedirten anlar da ne tatlı... Bir yaprak kıpırtısı, bir rüzgar, güneşli bir gün,ışıl ışıl bir gülümseme...Bütün bunlar yeter insanın kendisini yaşıyor sanmasına. Ya öleceğimiz günü bilseydik? Hayata daha sıkı tutunur muyduk yoksa daha çok bırakır mıydık ipin ucunu? Ya bugün hayatımızın son günü olsaydı? Kalıpları kırıp içimizde var olan her şeyi ortaya koyar mıydık? Pişmanlıklarımızı, kaygılarımızı bir tarafa bırakıp salt hayatı yaşamaya çalışır mıydık? Peki yaşam denen şey güneşin doğuşu, çiçeğin açışı, yağmurun yağışı, sıcak bir gülümseme mi sadece? Yoksa hayat çabalamak mı ölüme karşı durmak mı? Her yeni gün daha beter karanlık olabilir. Ama her şeye rağmen yaşayabilmek, işte budur yaşamak!


KİTABIN ADI: Veda - Esir Şehirde Bir Konak
KİTABIN YAZARI: Ayşe Kulin
YAYINEVİ: Everest Yayınları
YAYIN TARİHİ: 2007


      Bir erkek için bir kadını  mutlu edebilmek ne kadar da zor. Kadın sadece bedensel haz ile mutlu olmaz. Katmanları vardır kadının ve her yönden doyurulmak ister. Beğenilmek ister: Vücudunun beğenilmesini, hayallerinin beğenilmesini, fikirlerinin  beğenilmesini... Ve ömrü boyunca da kendini her yönüyle beğenen erkeği arar durur. Bir kez buldu mu da o erkeği  bırakmak istemez. Kadınların bağlarını kolay atamaması bundan mıdır acaba? Erkeğinden kopamaz, kopmak istemez. Ama elinden de bir şey gelmez kadının -. Gururludur, gururunu ayaklar altına alıp da gitmez kendini terk eden erkeğin yanına.  Ya başka bir kadın görürse yanında erkeğinin? İşte o zaman korkmak lazım o kadından. Kendi gibi olmasın ister o kadının, erkeği kendi gibi görmesin onu, kendi kadar sevmesin, sadece kendi erkeği olarak kalsın ister bir ömür boyu.
KİTABIN ADI: Gülün Adı
KİTABIN YAZARI: Umberto Eco
YAYINEVİ: Can Yayınları
   

     "Adıyla var bir zamanlar gül olan, salt adlar kalır elimizde."

     Ötekiler, bizim gibi olmayan, bize benzemeyen ya da bizim gibi düşünmeyenler. İnsan doğasından karşısındakileri kötü, kendini iyi gösterme isteği; kendi dışındakilerle sürekli savaşımı. Kendini doğru, diğerlerini sapkın ilan edişi. Ve kendisini haklı çıkarmak için dönüştürmesi, yontması gerçeği. Kimin gerçeği peki? Hangi gerçek? Bize öğretilenler ne kadar doğru, ya da onlar ne kadar başka insanların hırslarının yansıması? 
       Dönüştüremediğimiz, kendimize yontamadığımız zaman gerçeği, içimizdeki öfke savaşlara sürüklüyor insan yığınlarını ya da güçlüyse haklı, haksız bakmadan yok ediyor diğer bedenleri. Ama fikirler öldürülebilir mi? Yok edilebilir mi, bir insanın yok edilen bedeni gibi.

KİTABIN ADI:        Kırdığımız oyuncaklar
KİTABIN YAZARI:  Sunay Akın
YAYINEVİ:            Çınar Yayınları


        Büyüme telaşında köşeye ilk attığımız şeyler oyuncaklarımız mıydı? Çocukça gözyaşlarımızdan önce, dönüşümüzü engelleyecek gemileri yakmadan önce acaba oyuncak gemilerimizi mi yakmıştık bir el hareketiyle ya da bir küçümser burun kıvırmayla? Büyümüştük işte! Ne yapacaktık o kağıttan gemileri, uçakları, bir bacağı kırık plastik bebekleri... Çocuklar içindi onlar. Bize göre değildi. Yeni bir oyuncak buluyorduk içimizde yeni yeni: Aşk! Şiirler, şarkılar mıydı acaba o dönem oyuncaklarımız? Acaba büyürken hiç vazgeçmedik mi oyunlardan, oyuncaklardan? Yeni oyuncaklarla oyuna devam mı ettik? Bu yüzden midir yaşlanma basamaklarında bu oyuncaklara, oyunlara geri dönme isteği? Büyük oyunlarının zor gelişinden midir? Oynadığımız evciliklerden daha acılıdır eve bir dilim ekmek götürme çabası. Bisikletlerimizle oynardık trafik oyununu. Polis olurduk, kaza yapardık. Ama can almazdı. Trafik canavarı yoktu hiçbirimizin içinde. Şimdi neden hep çuvallıyoruz trafik oyununda? İçimizdeki çocuk nerede? Neden sürekli göz kırpmıyor onca yıkıntının arasında?
          Hayır isyan ediyorum!!! Ölmedi çocuğum!! İçimde hala! Orada saklanıyor sadece ve çıkıverecek, umut verecek bana en ölü halimde! Ölmeden önce çıkacak biliyorum. Görüyorum zaman zaman ayak izlerini  ve gülümsüyorum.
Herkese merhaba,
Her kitap işler ya içimize, ta derinlere...Her kitaptan kalan sözcükler olur bize. Her kitap sığınacak bir liman olur ya da her kitaptan sonra savrulur ve kendimize yeni limanlar aramaya çıkarız. İşte bu fikir, bu arayışların sonucunda geldi aklıma. Her kitaptan sonra kitabın bendeki izlerini, yansımasını aktarmak. bazen bir kelime özetler bir kitabı, bazen bir şiir, bazen de sözcükler birikir birikir okyanus olur. Bu blog bir kitap tanıtımı değil, burada kitaptan alıntılar da yapılmayacak sadece kitabın bendeki yansımaları yazılar olarak çıkacak karşımıza. Haydi bakalım kolay gelsin.